Hüseyin UZEL: Kartal Yuvasında Veda Zamanı

Hüseyin UZEL

KARTAL YUVASINDA VEDA ZAMANI

Gecenin orta yerinde bir kalp çarpıntısıyla uyanıp, doğruluyorum. Elim telefonuma gidiyor. Maraş’taki bir dost tarafından aranmışım. Hemen aklıma ikindi saatlerinde yoğun bakıma alınan Bahaettin ağabey geliyor. Eyvah diyorum. İnternete giriyorum sosyal medyadan hicran fışkırıyor. Kalbim yirmi sene öncesine götürüyor beni. Yağmurlu bir ikindi vakti Uzunçarşı’da bir sahafta bulup sevinçle kütüphaneme kattığım o ilk kitabı anımsıyorum. Ne çok sevinmiştim. Şiirlerini okudukça ne çok sevmiştim bu büyük şairi.

“Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki
Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk”

Pencereden dışarıya bakıyorum: Karanlık. Buğulanan camı elimle siliyorum faydası yok. Anlıyorum ki buğulanan cam değil, gözlerim…Hatıralara kapılıp gidiyorum pencere başında. Geçen sene Kırıkhan’da misafir etmiştik onu. Konuştuğumuz Dile Serenat Şiir Akşamında şairce vakurdu, çocuklarca heyecanlı…Ve yılların bütün yorucu taarruzlarına rağmen hala delikanlı…

İki gün öncesine gidiyorum sonra. -14 Ekim 2018’e- Biliyoruz ki şehirler onu yücelten insanlarla derinleşir. Kahraman Maraş en davetkar edasıyla kucaklıyor bizi. Az sonra yapacağımız sohbetin Bahaettin KARAKOÇ ağabeyin şu yalan dünyadaki son sohbeti olacağını nerden bilebilirdik ki…

Platin Apartmanının merdivenlerinden tırmanıp 15 numaralı daireye geldiğimizde Oğuzhan ağabey karşılamıştı bizi. Oturma odasına geçip oturmuştuk ki Üstad, girmişti içeri. Sonrası muhabbet, sonrası şiir…

Kimlerin kulağını çınlatmadık ki o gün: D.Mehmet Doğan, Hasan Sağındık, Feymani, Bestami Yazgan, Nurullah Genç… Yeni şiirler var mı diyorum. Olmaz mı diyor. Ne zaman yayınlayacağını sorunca, önce sakladığı mektupları yayınlamayı düşündüğünü söylüyor. Edebiyat ve sanat dünyamızın en kıymetli isimlerinden gelen mektuplar…Ve dahi kendi yazdığı mektupların bir kısmının yıllar sonra tekrardan eline geçişini sevinçle anlatıyor.

Kütüphanenin önünde yan yana duran koltuklara geçiyoruz sonra Konuştuğumuz Dile Serenat 4 programı için 2017 Kasım ayında çıkardığımız Şiirin Beyaz Kartalı hatıra kitapçığını alıyor eline. Tam o sırada kendisine “Serenat” kelimesinin Fransızcadan dilimize geçtiğini, bu gibi kelimelerin kullanılmasına karşı çıkanların bizi de tenkit ettiklerini söylüyorum.

Bahaettin ağabey celallenerek Amerika, Rusya, Fransa gibi devletlerle her türlü beşeri ve ekonomik ilişkinin yaşandığı bir çağda Türkçeleştirdiğimiz kelimelerin dilimizin bir parçası haline geldiğini söylüyor. Bir pencere altında sevilene ilan-ı aşk etmenin “Serenat” dışında hangi kelimeyle izah edilebileceğini soruyor.

Bu sırada yanıbaşımızda duran Edebiyat öğretmeni Kemal GÜNEY konuyu Türkçede pek kullanılmayan kelime ve kavramların Bahaettin KARAKOÇ şiirlerinde yeniden hayat bulduğuna getiriyor. Örnek olarak Kepez ve Nebilöz’ü söylüyor. Bahaettin ağabey; dilin kısıtlı bir zamanın malzemesi olmadığını, Sanat ve fikir dünyamızda bir zamanlar yer bulmuş, daha sonra unutulmuş kelimeleri yeniden canlandırmak için gösterdiği gayreti anlatıyor.

Sonra elinde duran kitapçığa dalıyor. Bir süre sonra o kitapçıkta kendisi için bir şiir yazan Ekrem KILIÇ ağabeyin, o şiiri yazdıktan kısa süre sonra vefat ettiğini söylüyorum. Duygulanarak rahmet diliyor. Kendi alemine dönüyor ve elindeki kitabı en son sayfadan başa doğru çeviriyor. Her sayfada adı yazan kalem erbabına veda eder gibi…Yazı sahiplerinin sayfanın üzerindeki resimlerini titreyen elleriyle adeta okşar gibi… Biz bir şey anlamıyoruz. Basiretimiz kapanmışcasına bakıyoruz sadece.

Ramazan AVCI, Celalettin KURT, İnci OKUMUŞ, Ahmet Tevfik OZAN ve Kenan ÇARBOĞA… Sonra Osman AYTEKİN’i selamlıyor, Sündüs Arslan AKÇA’yı, Selçuk KÜPÇÜK’ü… Sıra Hayrullah ERASLAN’a geldiğinde hemen arkamızda duran kütüphaneden Abdurrahim KARAKOÇ için hazırladığı kitabı göstererek yadediyor onu. Bestami YAZGAN’a ve Mehmet SILAY’a muhabbetini bildiriyor sonra… Hasan SAĞINDIK ağabeyin resmine bakarken, hem yazdığı yazıdan, hem dostluğundan memnun olduğunu anlıyoruz her halinden.

D.Mehmet DOĞAN’la olan hatıralarını anlatıyor. Sonra hocanın kitapçıktaki resmine dalıyor. Üstadım diyorum çok etkili bir yazı, az ve öz…Usulca okuyorum sonra:
“Bahaettin KARAKOÇ şiirin kendi yolunu açan uzun soluklu atlısı. Her an şiirle hemhal, her dem şair”
Gülümsüyor.

Nurullah GENÇ Hocanın yazısına gelince duruyor, gözlerinde bir ışıltı…“Biliyor musunuz” diyor. “Ben Nurullah GENÇ’e gün oldu sert çıkışlarda bulundum. Yazdığı bu yazı beni hem şaşırttı hem de mutlu etti.” Araya giriyorum usulca. Üstadım Nurullah Bey Hatay’a geldiğinde sizinle ilgili çok güzel şeyler söyledi, Görüyorum ki sizin sevginiz karşılıklı. “Biliyorum” diyor. “Yaşadığım sürece Allah’tan başkasına eyvallah etmedim. Hiçbir faniye taviz vermedim. Nurullah bu yazısında bunu anlatmış…”

Bu sırada Bahaettin ağabeyin memnuniyeti duruşuna, bakışına, tebessümüne kadar yansıyor.

Sonra kayıt altına alınacak son fasıl için karşımızda duran Süleyman DEMİRHAN kardeşim açıyor kamerayı. Göçünü sonsuza vurmak üzere olan bir Beyaz Kartalın gözlerine baka baka okuyorum onun için yazdığım şiiri:

Umut Kale’nin burcunda bir kartal uçar
Mavi sayfada beyaz mühür,
Ak kanatta gök yazgı…
Çiçek açar süzüldüğü yamaçlar
Onu görmek için uzar da uzar,
Başı bulutlara değen ağaçlar.
………

Biliriz, pusuya yatmış amansız bir avcıdır zaman
Düşürse de kırmasının dilini
Kurutamaz beyaz umudun kıtlık kıran sebilini.
Olamazsa bu gök sana barınak
Umut Kale’nin burçlarında kal!
Keskin bakışların erkekçe, yüreğin çatal…
Gönlümüz yuvan olsun, terk etme Beyaz Kartal!

Şiir bitiyor. Üstad önce teşekkür ediyor ve ömrümce unutamayacağım takdir cümleleri dökülüyor dudaklarından: “Çok sağlam bir şey yazmışsın, ben bunu beklemiyordum ama müthiş bir şiir. Daha önce okuyup sana bir şeyler söylemediğim için çok pişmanım. Bunu da birkaç kez söyledim sanıyorum.”

Bu kanaati tek kelimesini ziyan etmeden alıp kalbime koyuyorum. Fakat bugün anlıyorum ki söylenen bu sözler benim şiirimin büyüklüğünü göstermiyordu. Mübarek dili kanat yapmış bir Beyaz Kartal’ın ebedi aleme uçmadan önce bu kardeşine çok üzülmesin diye verdiği bir teselli hediyesiydi.

Sohbet akıp giderken saat de hızla geçmiş, veda zamanı gelmişti. Bahaettin ağabey de, biz de ayrılmak istemiyorduk sanki… Üstad diyorum biz buradan kitap fuarına geçeceğiz. Bunu duyunca gözlerinde bir dolunay büyüyor. Işıltısına kapılıp, kendini iyi hissediyorsan birlikte gidebiliriz diyorum. Hemen ayağa kalkıyor ve bir Koca Kartal gibi kanatlarının altına alıyor bizi.

Merdivenlerden inerken komşu çocuklara bütün babacanlığıyla “Gençler nasılsınız” diyor. Tarihe tanıklık ettiklerinin farkında bile olmayan çocuklar “İyiyiz Bahattin amca” deyip sohbetlerine devam ediyorlar. Büsbütün neşelenen Bahaettin ağabey eliyle ceketinin cebini kontrol edip, yanıbaşındaki oğlu Oğuz KARAKOÇ’a gözlüğünü unuttuğunu söylüyor. Oğuz bey kısa bir şaşkınlığın ardından indiğimiz merdivenleri tekrar tırmanmaya başlıyor. Döndüğünde elinde üstadın bütün gözlükleri var. “Baba bunlardan hangisini istiyorsun” deyince, Üstad en sevimli haline bürünerek “Hiçbirini istemiyorum” diyor. Elini ceketinin iç cebine götürerek “Benim gözlüğüm cebimde” diyor. Hep birlikte gülüşüyoruz. Oğuz ağabey; “Baba o zaman beni niye yukarı gönderdin” deyince, Üstadın verdiği cevap neşemizi daha da arttırıyor: “Ben güneş gözlüğümü istemiştim.” Oğuz ağabey indiği merdivenleri tekrar tırmanıyor. O sırada ne güzel evlatlar, kendisini çok seven ne güzel öğrenciler yetiştirdiğini düşünüyorum.

Fuarda onu gören herkesin gözlerinde bir ışık demeti. Yarım saat kadar duruyoruz yayınevi standında. Etrafını saran okurların kitaplarını imzaladıktan sonra önce bana, sonra Kemal GÜNEY’e imzalıyor kitaplarını. Sonra arkasına dönüp kitap satışı yapan gençlerden birine Beyaz Dilekçe kitabından vermesini söylüyor. Sonra Kahraman Maraş’ın akıcı yollarından geri dönüyoruz Kartal Yuvası’na. Arabadan inip kapıya doğru yönelince son kez göz göze geliyoruz. Hayır duasıyla yolcu ediyor bizi…Biz yine bir şey anlamıyoruz!

Bütün bunlar bu kadar kısa süre içinde eski bir hatıraya dönüşmüş olabilir miydi. Sonra karşısında durduğum balkon penceresinden günün ilk ışıkları odama doldu. İlerleyen saatlerde yoğun bir telefon trafiği içine girdim. Fakat bunlardan birini burada ifade etmem öyle zannediyorum ki tarihi bir zorunluluk haline geldi.

Bahaettin KARAKOÇ ağabeyin vefatını kendisine bir mesajla duyurduğum Nurullah GENÇ Hoca kısa süre sonra arıyor beni. Kederi sesine yansımış bir şekilde: “Rabbim gani gani rahmet eylesin. Duruşu ve tavrı müminceydi. İnanıyorum ki o, Rabbimizin taksiratını affedip Cennetiyle ödüllendirdiklerinden olacak.” diyor. Her iki ustanın birbirleriyle ilgili söylediği bu son sözler Ahmet KABAKLI’nın ifadesiyle Türk Edebiyatında “Temellerin Duruşması” gibiydi. Şunu belirtmeliyim ki ben, Beyaz Kartalın yeni yuvasını kurmak için, içinden Kevser ırmakları akan ebedi aleme kanat çırptığına bütün varlığımla inanıyorum. Üstad Nurullah GENÇ’e ise hayırla geçecek güzel bir ömür diliyorum.

Bir seslenişim de Maraş’a olsun. Ey kahraman şehir! 14 Ekim Pazar günü Bahaettin ağabeyle helalleşerek ayrıldığımız topraklarına 18 Ekim Perşembe günü onu uğurlamak için yeniden geliyoruz. Daha sınırlarına girmeden ruhumu kaplayan o heyecanı duymuyorum bu kez, ne kaybettiğini sakın unutma güzel şehir. Dilekçesi bembeyaz bir cihangiri yitirdin sen. Sen her kelimesi şiirin burçlarında duaya dönüşen bir piri yitirdin, unutma!

Metropol şairlerine karışsa daha sükseli bir hayat süreceğini bile bile, sesini Anadolu’dan Türkçe konuşulan tüm diyarlara duyuran bir Üstad şairi yitirdin. Unutma! Sende yaşayıp, sende göz yuman, ebedi uykusuna sende dalan dil ülkesindeki son cevahiri yitirdin. Unutma!

Unutma güzel şehir, sakın unutma!

Bahaettin KARAKOÇ seksensekiz yılın ardından gam hırkasını çıkarıp, Rabbine yürüdü. Namazını Ulu Cami’de kılıp onu Şeyh Adil Mezarlığı’nda yatan eşi Fatma KARAKOÇ’un yanına defnettik. Cenazeye gelerek bir veda konuşması yapan Sayın D.Mehmet DOĞAN’a da mezarlıktan çıkarken hocanın son sohbeti sırasında kendisiyle ilgili ifadelerini aktarıp, Üstadı seven herkes adına teşekkür ettim.

Rahman ve Rahim olan adına sığınarak
Açtım iki elimi kor gibi iki yaprak
Bir edep ölçeğinde umutlu ve utangaç
İşte dünya önünde, benim ruhum sana aç
Bu seyriyen ellerle, senden seni isterim
Senden seni isterken, canımdan çıkar tenim
Sana aşık ruhumdur merceği yakan ışık
Gözlerimi cemalini görmeden de kamaşık
Diyen Üstad Bahaettin KARAKOÇ’a Beyaz Dilekçeleri hürmetine Mevla rahmet eylesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir