Nuray ALPER
TÜRK EDEBİYATININ DİL KAPISI YAVUZ BÜLENT BÂKİLER
Yavuz Bülent Bakiler… Sivas’ın kalbinde doğan, Türkçemizin kendi sınırları içerisinde ne kadar büyük bir zenginlik ve derinliğe sahip olduğunu kalemiyle, belagatindeki akıcılığıyla, yaşantısıyla ispatlayarak dilimizi vatan topraklarının dışına taşıyan heybetli çınar…
Orkun, Türk Edebiyatı, Hisar… Onu defalarca okumama ve sayısız kez dinlememe rağmen ilk kez, ilk heyecanımda, ilk onurumda, ilk şiir kitabımın acemi imzasında, biraz uzağımdaki masada gördüm. O gün Akçağ Yayınları’ndan ödül almış olmaktan ziyade üstada yakın bulunmak, sevincimin merkezinde duruyordu. Türkçeyi kullanış mükemmelliğinin yanından geçemeyeceğimi bildiğim için, gelenlerle sesimi, sözümü kısarak konuşuyordum. Bir ara kullanmış olduğum bir kelimeye takıldı, çatıldı sevecen yüzündeki ince kaşları… “Ne söylediniz, tekrar edin.” derken sesindeki heybet daha derin bir netlik kazandı. Aramızda duran hocam, aceleyle kaldırdı kaşlarını, bu “Sus!” demekti; sustum. Biz onlardan böyle öğrendik edebiyatın edebini, utanmayı, haddini bilmeyi, başını eğmeyi, söylemekten çok söylememeyi…
O günden sonra, Yavuz Bülent Bakiler ismi bende daha başka bir hüviyet kazandı. Şiirlerini okurken, gezi yazılarında gezerken, hakkındaki çalışmaları incelerken, “Şaşırdım Kaldım İşte” efsanesini yalnız kaldığımda seslendirirken hep o heybetli bakışlarıyla karşılaştım, aynı mahcubiyeti yine, yeniden yaşadım.
Türk Edebiyatına deneme, inceleme, biyografi, gezi gibi alanlarda nitelikli eserler kazandırmış olan kıymetli büyüğümüz, Anadolu insanının sevdasını, acısını, hüznünü, ayrılığını şiirleştiren güçlü, samimi ve coşkun sesiyle kaldı en çok gönül hafızalarımızda… Onu;
“Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde/Sonra seni kaybetmek hemen her yerde/ Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak/Yapayalnız kalmak iskelelerde.” mısralarını ezberimize düşüren “Gözlerin İstanbul Oluyor Birden” şiiriyle… Onu, “Cebeci istasyonunda bir akşamüstü/ Kimse bilmiyordu bizi/ İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara/ Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi.” mısralarının yağmurdan ıslanmış samimiyetiyle, Onu, “Şaşırdım kaldım işte/ Bilmem ki nemsin/ Bazen kız kardeşimsin/ Bazen öp öz annemsin/ Sultanımsın susunca/ Konuşunca kölemsin/ Eksilmeyen çilemsin” mısralarındaki sevda karasıyla, hasret beyazıyla, onu “Bir gün baksam ki gelmişsin/ Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var./ Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm./ Benim olmuş dünyalar…” mısralarındaki şeffaf çağrıyla tanıdı, sevdi senelerimiz…
Çocukluğumuz, ilk gençliğimiz, olgunluğumuz… Ömrümüzün neredeyse her dönemiyle tanıyıp bildiği bu ağırbaşlı duruşun ardında gizlenen o uysal, sevda dolu, dev gönülden damla damla içtik aşkı… Ağrılı zamanlarımızı bu aşkın omzuna yasladık. Yaslandık, edebiyat ve kalem sevgimizle adına.
Yavuz Bülent Bakiler Türkçemizin sağlam adımlarıyla sevdalı adamlarını anlattı bize. O, memleketine ve diline âşık bir edebiyatçı, bir araştırmacıydı. Bu aşkı yolculuğunun karşılaştırdığı herkese aşıladı. Bu topraklarda güven oldu, bilinç oldu, dikkat ve duyarlılık oldu, samimiyet oldu, kendimize dönüş oldu adı…
Hatay da bu isimlere vefasıyla paydaşlık etmiş… Bir sözle de o eşlik etmek istemiş hocamızın sevgili varlığına, borcumuzun hiç değilse küçük bir kısmını böyle güzel bir söz buketiyle ödemek istemiş… Ne güzel düşünüp ne güzel eylemiş…
Kaynak: ALPER Nuray, “Türk Edebiyatının Dil Kapısı Yavuz Bülent Bâkiler”, (Ed. Hüseyin UZEL), Konuştuğumuz Dile Serenat 8 – “Cihanı Dirilten Turan Cemresi / Yavuz Bülent Bakiler”, Hatay Medya, 2019, s.26-27.